14 Ocak 2014 Salı

Dibek Kahvesi

      Kırklareli'ne geldiğimde ilk hafta çevreyi tanıma turları atarken PCX alma kararı vermiştim. PCX'ime kavuşmama daha 1-2 ay gibi bir sürem vardı. İş yerindeki arkadaşlardan ve yeni tanıştığım insanların buralarda çok fazla sosyal aktiviteler yapıldığını öğrenince sevinmiştim. Derken doğayla ilk tanışmamız 27 Ekim 2013 tarihinde düzenlenen Beypınar Köyü-Dupnisa Mağarası doğa yürüyüşüydü. Ortalama 10 km.lik bir parkurdu ve ilk kez doğa yürüyüşüne çıkmanın verdiği bir heyecanla ailecek katılmaya karar verdik. Ailenin tek ve en küçük bireyi kızımda (7 yaşında) bizimle yürümeyi kabul ederek gitmiştik. İlk deneyimimiz bizi baya bi yormuştu. Hatta beni daha çok yordu çünkü nerdeyse yolun 1/3 ini kızım sırtımda gitmiştim. Neyse o zamanlar yürüyüşte tanıştığımız arkadaşlardan duymuştum Dibek Kahvesini Kırklareli'nin en meşhuruymuş. Ve ondan sonra ismini daha çok duyar olmuştum Dibek Kahvecisinin....  İlk gittiğimde tanışmıştım oradaki çalışanlarla, aslında küçük bir yer ama içerde planlamayı o kadar güzel yapmışlar ki, gençler geldiği zaman arka tarafta küçük tabureler ve masalarda, büyükler ise girişte bulunan büyük masa ve sandalyelerde çaylarını içiyorlardı. Herkes bu düzene alışmıştı sanırım veya ben öyle hissettim. Neyse bugünde dolaşmanın verdiği yorgunluğu atmanın en güzel yolu her zaman söylerim bir Yorgunluk Kahvesidir. Onun için onlarla sizleri de tanıştırmak istedim. Kırklareli - Dibek Kahvesi



       Bu arada aşağıdaki bu sevimli dostlarla da zamanı gelince tanıştırmayı düşünüyorum sizlerle... İlk olarak size Ayşecik'i tanıştırayım. Dibek Kahvecisinin ev sahiplerinden sadece biri... Siz kahvenizi yudumlarken yanınızdaki sandalyeye gelip oturursa ilgi istiyor demektir.


Yoğuntaş Köyü

        Kayalının girişinde adettendir diye bir kare fotoğraf aldım. Ama kahvehanesini göremediğim için Yoğuntaş köyüne doğru hareket ettim.


Yoğuntaş Köyüne girince köyün ortasında 3-4 tane kahvehaneyi görünce şaşırmadım değil hani... Birden tam karşımda bulunan kahvehaneye gitmek geldi içimden, motoru parkedip merdivenlerden usulca çıktığımda, meraklı 7-8 köylünün sanki selam vermemi beklerlermiş gibi bakışlarına maruz kalınca, tedirgin bir şekilde selamımı verdim ve sözleşmişler gibi tek bir ağızdan 'aleyküm selam hoşgeldin' dediler. Kahvehanenin kapısını açtığımda içerde bi o kadar daha insan vardı ve kimi kağıt oyunu kimisi tv seyrediyordu. Karşımda duran kahveciye doğru bir çay dedim ve tekrar dışarda oturanların yanına geçerek oturdum. Motorsikletimde bulunan haritayı alarak daha nerelere gideyim diye bakarken Polos Kalesini görünce merak edip sordum köylülere... Hemen köyün üst kısmındaymış bunu bahçede oturan tahmini 7 kişide ayrı ayrı yolu tarif ettiler bana, haaa derseniz ki farklı yollar mı? hayır tabiki deee herkesin güzergahı aynıydı. Ama o köydeki yardımseverliği görünce hepsinden ayrı ayrı yol tarifini dinlemek keyifliydi. Çayı bitirdikten sonra birkaç fotoda köyden alıp, kaleye doğru devam ettim..


    Bu arada ilk kare fotoğrafı alınca amcamdan gelen tepki süperdi... ''Köyün en genci benim. aaaa bu ihtiyarlarla bir çekme beni, ben tek isterim.'' dedi. Kahvedekilerin gülümsemeleri ve birbirlerine laf atmalarıyla hemen amcamı kırmadan onu tek olarak fotoğrafladım. Teşekkür edip uğurladı beni köydekiler...


Köyün çıkışındaki yeşil evin ordan gir falan derken ben 7 kişiden aynı tarifi almama rağmen yanlış yola girdim yaaaa. Neyse baktım bahçesinde ağaç kesen yaşlı bir amca ve teyze.. selam verip kalenin yolunu sorunca hemen ikiside işini gücünü bırakıp bahçe kapısına kadar geldi Amcam başladı anlatmaya... Kendisi 15 yıl oranın bekçiliğini yapmış daha sonra bırakmış, O su deposu ve bir bina var yaaa, onuda amcam kendi elleriyle yapmış..... :) Cana yakın, sevecen, olduğu gibi içidışı bir insanlar belli.


Stabilize ve taşlık bir yolun sonunda çıkabildim kaleye, pek kale görüntüsü kalmamıştı tabi ilgilenilmeyince eski özelliğini yitirmişti. Aslında kalenin manzarası çok güzeldi, bir yandan kayalı barajının sonları, bir yandan gözünün görebildiğine uzanan bir düzlük ve köyler... Biraz zor oldu oralara çıkmak ama PCX ile yolda kalınmayacağına bir kez daha şahit oldum...







Eriklice Köyü

      Eriklice köyü pek de uzak bir köy değilmiş, merkezden ortalama 4-5 km mesafade bir köy..



Köye girer girmez kahvehaneyi gördüm zaten, havanın sıcak oluşunu fırsat bilip dışarda hem güneşlenip hem çaylarını yudumlayan köylülere, selam vererek girdiğim ortama. Almasına aldılar selamı da kimdi? neyin nesidir bu adam sabah sabah buralarda diye düşünmüşlerdi onu farkettim meraklı bakışlarında... Bir çay isteyip oturdum yanlarına derken hemen kaynaşıverdik, nede olsa baba tarafından göçmenlik varya.... Eğer onlara kalsa otur bir çay daha ç derken akşamı edecektim ama müsade isteyerek bir de hatıra fotoğrafı çekerek devam ettim Kayalı köyüne doğru.


13 Ocak 2014 Pazartesi

Günaydın herkese...

     14.01.2013 izinli olmama rağmen sırf bugün motorla biraz dolaşmak için erken kalktım. Sabah saatlerinde arabayla dışarıya çıktığımda havanın 7 derece olduğunu gösteriyordu gösterge. Bu da demek oluyor ki hava o kadar soğuk değil. O zaman bugün de çıkıp köyleri gezmeye devam edeceğim anlamına geliyor. Yalnız şunu farkettim ki oturduğum ve sohbet ettiğim insanlarla fotoğraf çektirmiyorum. Bugünden sonra gittiğim köylerdeki insanlarla edilen sohbetleri fotoğraflama kararı aldım. O nedenle bugün ilk defa gezmeden yazdım bu satırları.
    Kırklareli'nde güneşin doğuşuna merhaba diyerek başlayalım yolculuğumuza...


12 Ocak 2014 Pazar

Kofçaz köyleri

  Nasılsa PCX'in bakımını da yaptırdık artık 4000 km ye kadar kafam rahattı. Son olarak Kofçaz ilçesine bağlı köylere gitmeye karar verdim. Aslında ilk saatlerde yollar asfaltdı fakat iyice şehirden uzaklaşınca yollar stabilize olmaya başladı hatta bi ara çamura saplanmaktan bile korktum. Yaklaşık 4 saatlik bir geziydi.




        Bu arada Kula köyüne varmadan böyle sapa bir yol ayrılıyordu, merak edip girdiğimde doğa harikası bir manzarayla karşılaştım. Çok güzeldi fakat tek olumsuz yönü telefon çekmiyordu. Piknik alanı gibi bir yer yapmışlar küçük bir dere yatağı kenarına




       Yavaş yavaş eve gitme kararı almışken, yolumun üzerinde olan Dereköy'e gittim, köy içerisinde bulunan bir kahvehaneye oturdum. Havanın güzel olmasını fırsat bilen bir kaç köylü ile sohbete koyulduk. Yaklaşık 15 dakikalık koyu bir sohbetten sonra aklıma eşimin bir öğrencisinin burada olduğu ve babasının lokantası olduğu aklıma gelmişti. Zaten küçük bir köy  olduğu için ve köydeki tek lokanta olduğu için sormamla bana lokantayı göstermeleri bir oldu. Hemen oturduğum kahvehanenin çaprazındaydı. Motoru park edip lokantaya girdiğimde eşimin öğrencisi hemen beni tanıdı, babası ve abisiyle tanıştırdı. Küçük bir lokantaydı ama anladığım kadarıyla Kuru fasulyesiyle ün yapmış bir yerdi. Hoş sohbet insanlardı tanışmanın ardından yola koyulma vakti gelmişti. Motorun anahtarının üzerimde olmadığını farkedince motorun üzerindedir diye motora yöneldim baktım ki üzerinde duruyor. Neyse veda ettikten sonra hazırlıklarımı yapıp motoruma bindiğimde :( kontağı açık unuttuğumu ve akünün bittiğini farkettim. Çaresizlik.... İlk defa başıma gelmişti ve ne yapacağımı bilmiyordum. Eyvah dedim yol arkadaşım beni yarı yolda bıraktı diye düşündüm. Derken aklıma Edirne Onur Honda'yı aramak geldi ve hemen aradım. Yetkili arkadaşın servis ustasının izinli olduğunu söylemesiyle yıkılmıştım. Ama servisteki arkadaşın tamamen iyi niyetiyle ustayı cepten arayıp size döneceğim demesi bende Edirne Onur Honda servis çalışanlarına olan güvenimi ve sevgimi bir kez daha arttırdı. Öğrendim ki Honda PCX sadece takviye yapılarak çalışırmış :) sağolsun Erdinç Bey (öğrencimizin babası) hemen yardım elini uzatarak takviyeyi yaptı. Daha sonra kim tutar beni oralarda bir an önce eve gelmekti tek niyetim... Güzel bir manzara, keyifli bir yolculuk, aksiyonu bol çamurlu yollar ve korku :) bu haftaki gezimde hepsi mevcuttu.

Edirne

     Edirne'nin içinde gezerken bir döşemeci dükkanının önünde rengarenk bir kumaşla döşenen koltukları görünce hemen durup fotoğraflamak istedim.



İşlerim bitti dönüşe geçmiştim, Süloğlu ilçesini görünce bir arkadaşımın abisi orda görev yapıyordu, kendisini tanımıyorum ama yinede merhaba demek için gittim. Kendisi Edirne merkeze gitmiş göremedim ama selamımı iletmesi için bir arkadaşa not bırakıp tekrar Kırklareli'ne yola koyuldum.


         

Edirne

      Serviste ortalama yarım saat kadar süren yağ değişimi işlemi sonucunda komik bir servis ücret ödeyerek ayrıldım. keşke araç bakımlarında da bu kadar komik ücretler ödesek :)
      Neyse Edirne'ye gelmişken gezmemek olmazdı, Karaağaç mahallesine Meriç nehrinin kıyısına gittim ayrı bir havası var oranın. 




          Sabah saatlerinde çıktığım yolculuğun beni acıktırdığını hissediyordum. Edirne'ye ailemle ilk kez gezmeye geldiğimizde yolda gördüğüm görevli bir Polis Memuru arkadaşa buranın yabancısı olduğumuzu ve nerede şu Meşhur Edirne Ciğerini yiyeceğimizi sorduğumuzda tarif etmişti Ciğerci Niyazi Usta'yı...




Bakım zamanı geldi geçiyor bile...

          Evet o kadar gezme sonunda motorun 1000 km bakımı gelmiş hatta geçmişti, km.nin 1200 e geldiğini farkedince ilk fırsatta bakımı halletmem gerektiğine karar verdim. Bulduğum ilk fırsatta hemen servisten randevu alıp, en yakın servisin olduğu Edirne'ye doğru hareket ettim.

Lüleburgaz'a doğru

        Kırklareli'nden Pınarhisar 30 km civarı, ama hava çok soğuktu o kadar da kalın giyinmeme rağmen biraz üşümüştüm. Pınarhisar'da A101 görünce hemen girip kendime süt ve burçak bisküvi alarak Lüleburgaz'a doğru hareket ettim. Yol üzeri bir köy kahvehanesine girdim sıcak ve herkesin şaşkın bakışlarıyla dolu bir ortama verdiğim selamla her masadan gelen ayrı bir Hoşgeldin sesiyle karşılanmak güzel bir duyguydu. Köylülerle biraz sohbet ettikten sonra istikametim olan Lüleburgaz'a hareket ettim.



Gezmeye devam...

Tekrardan merhablar, aslında biraz ihmal ettim bu aralar, neden derseniz işlerin yoğunluğuydu. Ama hafta sonu gezmelerini ihmal etmedim sadece paylaşım yapamadım. Sanırım üç hafta önceydi bindim motora düştüm yollara